Küçüklüğümüzde çoğumuzun maruz kaldığı, aslında iyi niyetle yapılan ama sonrasında ne gibi etkiler bırakabileceğinin farkında olunmayan konulardan biri, doktor, mühendis veya öğretmen olmamızın mütematidyen bize hatırlatılmasıydı. Her ailede olmayabilir ama genelde ailelerin bu gibi yönlendirmeleri ortaktır diye düşünüyorum. Bu anlamda bu iş dallarını öğütlemek iyi gibi gözükse de aslında sınırlayan bir düşünce modeline dönüştü. Sadece bununla kalmayıp, mesleğin seni tanımlaması, kimliğin haline gelmesi konusu da kaçınılmaz oldu. Çünkü ‘doktorum’, ‘öğretmenim’ demek çok kolaydı.
Yeni tanıştığımız biriyle veya toplum içindeki yerimizi belirlerken, sadece yaptığımız iş ile kendimizi tanımlamak ne kadar doğru ve yeterli, düşünmek gerekir. Çünkü o işi bir gün bıraktığında veya o seni bıraktığında, tek başına sen olarak geriye ne kaldı? Aslında bu süreçte kendi ‘kimliğimize’, benliğimize ne kattık dönüp bir bakmak gerekiyor. Geniş bir perspektiften bakarak, o alanda bir farkındalık yoksunluğuna doğru sürüklenmeden, bilinç açık bir şekilde adımlar atmak, kimlik inşaasına bir tuğla daha koymak (farkındalıkla) inanılmaz kıymetli bence. Öte yandan sen kendini bir kelime veya cümle ile tanımladığında, kendini diğer sonsuz olasılıklardan mahrum bırakmış ve aslında ‘özgürlüğünü’ kısıtlamış olmuyor musun? Dünyada neler olup bittiğine bakıp, farklılıklara kucak açıyor musun? Bu düşünce yapısı, otomatik olarak sorgulayan, düşünen, yaratan, tartışan ve ötekine açık bir bilinçle bakan zihine evriliyor.
İşte bir süredir, akut cereyan eden sorgulamalar dizisinde ‘kimlik’, hem kendi üzerimde hem de toplumsal açıdan düşündüğüm bir konu oldu. Aynı dönemlerde denk geldiğim podcastler, arkadaş sohbetleri ve araştırmalar ile yazıya dökülmeli artık dedirtti. Bu süreçte tabii ‘kimlik’ tanımlarını da, farklı perspektiflerden araştırmak istedim. Sosyolojik, psikolojik ve felsefi açıdan farklı tanımları var ama hepsi bana hitap etmedi.
Bazı tanımlar oldukça akademik; kuramsal çerçeveler içinde şekillenmiş, hayatın akışındaki dalgalanmaları göz ardı eder gibi. Oysa ben kimliği biraz daha yaşayan, dönüşen, katmanlı ve hatta çelişkili bir şey olarak algılamaya başladım. Kimlik donmuş bir yapı değil; aksine sürekli devinen bir oluş hali olduğunu düşündürüyor bana. Esneyebilme kapasitesine sahip olmadığı takdirde kırılabilir gibi geliyor.
Özellikle “ben kimim?” sorusunu sorarken artık tek bir cevap yerine, çoğul ve esnek cevaplar arıyorum. Belki de kimliğimizi tanımlamak değil, onunla temas halinde kalmak, onu zaman zaman yeniden anlamlandırmak daha sağlıklı. Çünkü hayatta rollerimiz değişiyor, çevremiz, ilgi alanlarımız, önceliklerimiz evriliyor. Bugünün cevabı, yarının sorusunu karşılamayabilir.
Bir de işin toplumsal boyutu var. Kimliğimizi şekillendirirken ne kadar dış sesin etkisinde kalıyoruz? Ailenin, toplumun, sosyal medyanın, arkadaş çevresinin üzerimizde bıraktığı izler, biz farkında olmadan “benliğimizin” içinden konuşmaya başlıyor. Kimi zaman kendi isteğimiz zannettiğimiz şeylerin, aslında başka beklentilerin sesi olduğunu fark etmek can sıkıcı ama özgürleştirici bir adım. Bu farkındalık hali, belki de “özgün kimliğimizin” filizlendiği ilk yer.
Bu süreçte en çok şunu öğrendim: Kimlik, sahip olunan değil, kurulan bir şey. Yani inşa edilen, şekil verilen, dönüştürülen. Bu da bize hem sorumluluk hem de muazzam bir özgürlük sunuyor. “Ben böyleyim” demekle “ben böyle kalmak zorunda değilim” demek arasında bir köprü kurmak mümkün. Buna paralel olarak Carl Reogers’ın ‘kimlik, bireyin "gerçek benliği" ile "ideal benliği" arasındaki ilişkide şekillenir.’ fikri de bana çok mantıklı geldi. Zira bu ikililiğin arasında çeşitli kimliklerimiz de oluşup var oluyor ancak yıkılıp tekrar tekrar oluşuyor.
Tamamiyle bir yıkımdan bahsetmiyorum tabii ki. Belli bir temele sahip ancak zamana, yere, şartlara ya da isteklerimize göre şekillenirken, bir taraftan o kimlikte köklenme ihtiyacı da duyuyoruz. Ben üniversitedeyken; ileride iyi resim yapan başarılı bir biyolog olmayı düşlerken şu an ikisi de değilim ancak olduğum yerden de gayet memnunum. Lakin yarın bu kimlik de değişip dönüşebilir. Bir süre pilates yapan Pelin varken şimdi yoga yapan halim ile mutluyum. Bu geçiş de çok kolay oldu, kendimi bir fanusa kapatmadığım için, suyun bulunduğu ortama göre şekil alması akışında gelişti.
Son olarak ve yinelemem gerekirse, kimliğin sadece bireysel bir mesele olmadığını da unutmamak gerek. Toplumsal yapıların, kültürlerin, aidiyetlerin kimliğimiz üzerindeki etkisi derin. Bunu fark etmek, hem başkalarını yargılamadan anlayabilmenin hem de kendi içimizdeki önyargıları çözebilmenin yolu gibi geliyor bana. Özellikle şimdiki sosyal medya çağı, farklı özgürlüklere kapı açıyor ancak bazen de olmayana takılıp yetersiz hisleriyle bizi baş başa bırakabiliyor, aman dikkat! :)
O yüzden belki de en doğrusu şu: Kendimize ait sorularla yola çıkmak ama başkalarının cevaplarına da kulak verecek kadar açık kalmak. Kimliğimizi tek bir etikete indirgemeden, onu bir yolculuk olarak görmek. Ve bu yolculukta, her yeni durakta kendimize bir kez daha sormak: “Ben kimim, şimdi ve burada?”
♡ tuşuna basmak bu bültenin öne çıkması için önemli, tıklamayı unutmayın.
Görüşmek üzere!